Mübarek
Aziz Savvas, Bizans İmparatoru Jüstinyen zamanlarında yaşamıştır.
Kapadokya’nın,
Mutalaski köyünde, 493 yılında dünyaya geldi. Ebeveyni zengin ve dindar
Hıristiyan idiler. Adları bütün Kapadokya çapında meşhurdu. Babasının adı
İoannis ve annesinin adı da Safia idi.
Savvas beş yaşına ulaştığında, Mutalaski köyünde
yapayalnız kalmıştı. Çünkü babası ile annesi, ciddi savaş sebepleri yüzünden,
kralın emirlerini yerine getirmek amacıyla, İskenderiye’ye gitmek zorunda
kalmışlardı.
Ermias amcası onun bakımını ve tahsilini üzerine
almıştı. Ve dahi, babasının malının tasarrufunu da üzerine almıştı. Savvas’ın
ebeveyni o malüm yolculuğa çıkmazdan evvel, amcası Ermias’tan, gerçek bir baba
gibi çocuğuna dikkat etmesini istedi. Dahası da, eğer onların başına bir şey
gelecek olursa, malını ona verip varlık ve tarlalara da mirasçı yapmasını
istedi.
Savvas, amcası Ermias’ın yanında fazla uzun zaman
kalmadı. Çünkü, onun karısı çok sinirli ve kötü kalpliydi. En küçük bir durumda
sinirleniyor ve gayri mantıkî bir nefret duyuyordu.
O bir şirret kadındı.
Onun için de Savvas, Grigorios adında başka bir
amcasına gitti. Savvas onun yanında sakin bir hayat yaşadı. Ayrıca, onun tatlı
davranışı, faziletli hayatı, Allah’a olan imanı, doğru düşüncesi ve daha başka
meziyetleri de onu herkes tarafından sevilen bir insan haline getirmişlerdi.
Savvas, diğer çocukların yaşadığı gibi çocukluk
hayatını yaşamadı. Oynamıyor, yollarda koşmuyor, hoş olmayan şakalarla
sevinmedi, çocuk kavgalarına karışmadı ve çocuklara has yaramazlıklar yapmadı.
Çocukluk yıllarını usluluk ve sağgörüş ile geçirdi.
Parlak gözlerinin derinliğinde, ilâhi bir çağırış
görünüyordu. O çağırış ona görünmeyen bir hayat yolu gösteriyordu. Ona, bu
hayatın eğlence ile iyi geçinmesini, geçici ve boş şeylerden vazgeçmesini
gösteriyordu. Onu, erdemli olabilmek için yapılması gerekenleri yapmağa,
ibadete, oruca, azizliğe ve zorlu bir hayat yaşama tarzını benimsemeye davet
ediyordu.
Sekiz yaşında keşiş oluyor
Köyü yanında, Flavyene denilen bir manastır vardı.
Genç Savvas’ın gözleri her gün o tarafa doğru yöneliyordu. O manastır, onun
düşüncesini emiyordu. Onu, ne para, ne zenginlik, ne eğlence, ne de geçici
güzelliklerle zevkler duygulandırıyordu.
Günahın bu kadar tuzakları, onu tutup fikrini,
düşüncesini ve kararlarını değiştiremedi. Böylece, günün birinde, henüz sekiz
yaşında iken, Grigorios amcasını terk edip, Flavyene manastırına gitti.
Orada, keşişlik hayatını sürdüreceğine dair, ruhunun
bütün ateşini gösterdi. Oradaki Başkeşiş, onu heyecan ve sevinçle karşıladı. Bu
yaşta küçük bir gencin, bir keşişin bu kadar sert olan hayatını, bolca bir
sevinç ve mutlulukla yaşama isteğini ilk defa görüyordu.
Savvas’ın manastırda kalma kararını amcaları
öğrendikleri vakit, manastıra koşup gittiler ve onları takip etmesini ondan
istediler.
– Bizimle gel, dediler kendisine. Hayatına ve malına
geri dön. Manastırlar senin için değildir. Gel bir aile kur, evlen ve çoluk
çocuk sahibi ol. Bizi takip et. Düşüncelerinin arkasından koşma. Seni sükûnet
ve sevinç bekliyor. Seni güzel hayat bekliyor. Kendini kaybetme. Daha küçüksün
ve anlamıyorsun. Bizi de bir dinle. Biz daha büyüklerin olarak sana
yalvarıyoruz ve hayat hakkında daha çok şeyler biliyoruz. Burada seni sadece
yokluklar ve sıkıntılar bekliyorlar. Hayat burada serttir. Acıkacaksın,
üşüyeceksin ve geceleri uyumayacaksın. Bu işi başa çıkaramazsın.
– Genç yeğen Savvas, “bunları hepsini biliyorum” dedi
kendilerine. Ancak, İsa Mesih’in bir başka dediğini de biliyorum. Demiştir ki,
bir zamanlar burada bu dünyada, çok zengin olan birileri yaşıyormuş. Bu zengin
kişi her gün eğlenerek yaşıyormuş. Bir de fakir birileri varmış, o ise hep
sıkıntılar içerisinde yaşıyormuş. O fakirin adı Lazaros imiş. Burada bu
dünyada, hiçbir zaman aç olan midesini dolduramamıştı. O, çıplak ve yalın
ayaktı. Zenginin evivin dışında kalıp, herhangi bir ekmek kırıntısının düşüp düşmeyeceğini
bekliyordu. Fakat, acımasız olan bu zengin kişi, ona bunu bile vermiyordu. Ve,
günün birinde, ikisinin de sonu geldi. Zengin olan o kişiyle fakir olan Lazaros
da vefat ettiler. Ama orada ahrette, zengin kişi Cehennem’in ceza ateşine
düştü. Oysa fakir olan Lazaros ebedî olarak Cennet’e ve Allah’ın kucağına
girdi.
İşkence ateşi içerisinde olan zengin kişi, bir an için
Cennet’in merkezinde, son derece memnun ve mesrur olan fakir Lazaros’u gördü ve
ondan, hasretle bir damla suyla, yanan dilini serinletmesini istedi. Ancak
şimdi çok geçti.
Onun için ısrar etmeyin, dedi Savvas. Sizi
dinlemyeceğim. Çünkü beni zenginlik heyecanlandırmıyor, ne de eğlence beni
ilgilendiriyor. Allah’ın da dediği gibi, ben o zenginin yanlışını yapmak
istemiyorum. Bu geçici haz, ebedî Cehennem’i hazırlıyor bize.
O vakit amcaları üzgün bir durumda onu orada
bıraktılar ve oradan ayrıldılar. Anladılar ki, onun aklını değiştirmek mümkün
olmayacaktı.
Böylece Savvas, manastırda kaldı ve oradaki keşiş
ilkelerine ayak uydurmaya başladı. Zorluklara dayanmada, oruca, ibadete ve
kendine hakim olma çalışmalarına girdi.
İlk igvası
Bir gün manastırın tarlasını çapalarken açlık
hissetti. Oracıkta yanında güzel elmalar bulunuyorlardı. Elini kaldırdı ve
ağzını serinletmek için bir elma kopardı. Ancak, o elmayı daha denemeden, keşiş
nizamını düşündü. Manaastırdaki ilkelere göre, saatin daha yemek saati
olmadığını düşündü. Daha da, Havva anamız bile bir elma ile aldatıldığı ve de
günah işlediği an aklına geldi. Sonra o elmayı yere attı ve dedi: “Bundan sonra
ben hayatımda elma yemeyeceğim”.
Ve gerçekten de bütün hayatı boyunca bir daha elma
yemedi. Ve sadece bu değil, oburluk iblisini ve mide igvasını da yenmeyi
başardı. Manastırdaki keşişlerin tümünü, zorluklara dayanmada, uykusuz kalmada,
oruçta ve münzevi mücadelelerinde hepsini geçti.
İlk mucize
Savvas’ın imanı ve inancı o kadar büyüktü ki, o kadar
genç yaşına rağmen mucizeler bile yaptı.
Bir kış mevsiminde, manastırdaki fırıncının elbiseleri
yağmurdan çok ıslanmışlardı ve onları kurutma yolu yoktu. Elbiselerini, sıcak
olan fırının içine koydu ve onlar da duman çıkarmağa başladılar. Ertesi gün
fırıncı fırını yaktı ama evvelki günden koymuş olduğu elbiselerini oradan
çıkarmayı unuttu. O şey aklına geldiğinde ateş adamakıllı yanmaya başlamıştı. O
vakit, büyük bir heyecanla ateşi söndürmek istedi. Ancak bu mümkün değildi.
Savvas onun bu çabalarını gördü ve ne olup bittiğini kendisine sordu.
Fırıncının elbiselerinin yanma tehlikesinin varlığını işitir işitmez, o büyük
fırına bir geyik gibi içine atladı. Yalınların içine karıştı.
Fırıncı ve diğer keşişlerin şaşkın bakışları altında,
Savvas elbiseleri aldı ve kendisine hiçbir şey olmadan onları dışarı çıkardı.
Saçlarında tek bir kıl bile yanmamıştı.
Mucize apaçıktı. O vakit herkes anladı ki, Savvas
sadece bir keşiş değil, o bir Aziz idi artık. Onun imanı ve dindarlığı
ilerlemiş bir durumdaydı. O zamandan sonra kendisine, yaşlı bir Rahip gözüyle
bakmağa ve ona itibar etmeye başladılar. Çünkü onlar, bu gencin, azizlikte ve
Allah yolunda ilerleyeceğini görüyorlardı.
Kudüs için
Flavyene manastırında uzunca bir zaman kaldıktan
sonra, daha sonra oradan kaçıp Kudüs’e gitmeye kakar verdi. Oradaki Kutsal
Yerleri ziyaret edip ibadet etmeyi çok istiyordu. Daha da, orada büyük münzevi
ve dindar insanlarla karşılaşmak istiyordu. Bunlardan daha sert keşiş ilkeleri
öğrenmek istiyordu.
Günün birinde, Başkeşişe düşüncelerini ve kararlarını
açıkladı. Ancak o, bunları kabul etmedi. Flavyene manastırını terk etmesine
izin vermedi.
– Hayır, dedi. Gitmeyeceksin. Manastır sana muhtaç.
Diğer kardeşlerine yaptığın fayda çok büyük. Fakat, aynı gece, gökyüzünden bir
melek gelip Başkeşişin rüyasında kendini gösterir ve ona der:
– Savvas’ı engellemeğe sakın kalkmayasın. Hayır duanla
onu affedip istediği yere gitmesine izin veresin.
Başkeşiş, hayranlık dolu bir durumda, Allah’ın bu
isteği hakkında hemen Savvas’a haber verir ve onu serbest bırakır. Savvas,
duygulanmış bir vazıyette, Başkeşişin hayır duasını alır, oradaki keşiş
kardeşlerini uğurlar ve oradan ayrılır.
Şimdi henüz on sekiz yaşında bir gençti. Şu anda,
münzevi hayatının ilk on yılı geçmişti bile.
Zor ve uzun zaman süren yolculuğundan sonra, çetin bir
kış mevsiminde, Kudüs’e varabildi. Yağmurlu ve soğuk bir gecede, Kutsal Pasariyon
Manastırına vardı. Orada, Kapadokya’dan bir saygın Rahip buldu. Çetin kışın
geçip havaların iyileşmesini onunla beraber kalarak bekledi.
Aziz Keşiş Savvas için duydukları zaman, çeşitli
manastırlardan oraya, onu yanlarına almak için akın ettiler. O ise, hiçbir yere
gitmek istemiyordu. İlle de Büyük Efthimios Manastırına gitmek istiyordu. O
kahraman çöl münzevisinin adı, Savvas’ın ruhunu çok elektriklendiriyordu. Onun
aydın aklı, fazileti ve mucizeleri hakkında çok şeyler duymuştu.
Megas Efthimios’un (Büyük Efthimios) yanında
Bir gün Kutsal Pasariyon Manastırından ayrıldı ve
Büyük Efthimios’u görmeye gitti.
Onu bulur bulmaz, ayaklarına kapandı ve göz yaşları
içerisinde ona yalvarmaya başladı: Onu yanına alması ve manastırına koyması
için ricada bulunuyordu. Ancak bu kadar keşiş tecrübesine sahip olan Efthimios,
onun genç yaşını görünce kendisine dedi:
– Şu anda seni yanıma almayacağım. Önce Lavra’da,
yakın bir manastırda münzevilik yapacaksın. Orada çok şahane bir Başkeşiş var,
adı da Theoktistos’tur. Orada sakal çıkarana kadar ve keşişler sınıfında eğitim
alana dek kalacaksın. Aziz Savvas hiç itiraz etmeden ona cevap verdi:
– Ben, saygı değer Peder, beni kurtuluşa götürmek için
buraya geldim. Kurtuluş için olan emirlerinde seni takip etmeğe hazırım.
Gerçekten de, Büyük Efthimios, Aziz Savvas’ı
Theoktistos’a gönderdi ve ona yazdı: “Sana gönderdiğim bu gencin kalbi, İlâhi
Ruh ile dolup taşmıştır. Onu bir titizlikle eğitesin. Çünkü kısa bir süre
sonra, onun şanı dünyayı dolduracaktır…”.
Aziz Savvas, Theoktistos’un yanında alçakgönüllülük ve
faziletle yaşadı. Bütün rahiplere yardımda bulunuyordu. Onların isteklerini
yerine getiriyordu. Onlara su taşıyordu. Isınma işini yapar ve bütün işleri de
istekle yapıyordu. Herkes ona teşekkür ediyor ve seviyorlardı.
Ebeveyniyle karşılaşması
Genç Savvas’ın ruhen ve bedenen fazilette daha da
iyiye doğru olgunlaştığını gören şeytan, onu kışkırtmak istedi. Bu kışkırtma da
şöyle olmuştu:
Theoktistos’un manastırında, İskenderiye’den bir rahip
vardı. Bu rahibin adı da İoannis idi. Mal melesini halletmek amacıyla, ebeveyni
ölmüş oldukları için, asıl memleketine gitmek için Başkeşişe ricada bulundu. Bu
yolculuk için genç Savvas’tan kendisine eşlik etmesini istedi. Theoktistos
onlara izni verdi. Onlar İskenderiye’ye gittiler ve Keşiş İoannis’in
ebeveyninin mal meselelerini hallettiler.
O vakit şeytan elinden geleni yaptı ve Aziz Savvas
orada ebeveyniyle karşılaşmayı başardı. Onlar onu tanır tanımaz, hemen duygusal
anlar yaşamaya başladılar. Aklını değiştirebilmeleri için her şeyi yapıyorlar.
Onu bu keşişlik hayatından vazgeçip, kendileri de oldukları kral görevlerine
dönmesini istediler.
Savvas anladı ki, bu olup bitenlerin içerisine şeytan
da parmağını sokmuştu. Anladı ki, kurnaz şeytan, onun manevî mücadeleleriyle
savaşıyordu. Bunun için de ebeveynine dedi:
– İsa Mesih’ten sizi daha fazla sevmek uygun düşmez.
Gökyüzündeki melekler dünyasını bırakıp bu yeryüzündeki fani krallık şöhretini
tercih edecek değilim. Eğer benden sizi ebeveyn olarak tanımamı istiyorsanız,
lütfen bu konuyu bir daha zikretmeyin.
Ebeveyni daha fazla ısrar edemedi ve sustu. Sonra,
onlardan yirmi altın para alması için kendisine ricada bulundular. O da,
onların kalplerini kırmamak için, sadece üç tane altın para aldı. Sonra da
manastırına çekildi. Manastıra gittiğinde, paraları Keşiş Theoktistos’a verdi.
Böylece de, şeytanın kurmuş olduğu dünya malı tuzağına düşmedi ve bu tuzak
tutmadı. Genç Savvas yendi…
Aziz Savvas, Lavra’daki manastırda tam on yıl yaşadı.
Bu arada, Başkeşiş Theoktistos vefat etti. Sonra da Büyük Efthimios, Longinos
adında başka birini Başkeşiş olarak tayin etti.
Bu yıllarda, Savvas aşağı yukarı otuz yaşındaydı.
Fakat, daha münzevice ve daha sakin bir hayat yaşamak istediği için, çöle
gitmek amacıyla yeni Başkeşişten izin istedi. O vakit Longinos, Büyük
Efthimios’a bir mektup yazdı. Çünkü onun fikrini almadan hiçbir şey yapmıyordu.
Büyük Efthimios, Aziz Savvas’ı engellememesini tavsiye etti. Bir münzevi gibi,
daha iyi nasıl sanıyorsa o şekil yaşaması için onu serbest bırakmasını istedi.
Savvas izni alır almaz güneye doğru gitti. Oraya gidip
bir mağaraya yerleşti. Orada münzevice yaşıyor, sabahlara kadar uykusuz kalıyor
ve samimi bir dille ibadet ediyordu. İbadeti esnasında, Allah için şükran
gözyaşları gözlerinden akıyorlardı. Kalbi, kanı, sinirleri ve her şeyi
dindarlık ve imanla kokulanıyordu. Ve günlerce süren bu bitmek ve tükenmek
bilmeyen çalışmaları sona erdiklerinde, mağarayı bırakıp manastırdaki keşiş
kardeşlerine gidiyordu. Orada, genelde hafta sonlarını geçiriyordu. Komünyon
alır ve yine münzevi çalışmaları için mağarasına dönüyordu. Bu şekilde de daha
başka beş sene geçti.
Megas Efthimios (Büyük Efthimios) ile birlikte
Büyük Efthimios, bu çocuk rahip Savvas’ın bu kadar
imanını görünce onu yanına almaya karar verdi. Dometianos ile beraber maiyetine
aldı.
Büyük Efthimios ile Dometianos’un, İsa Mesih’in
vaftizi yortusundan sonra, çölün derinliklerinde münzevilik yapma adetleri
vardı. Orada, Paskalya öncesi oruçlarını geçiriyorlardı. Sonra da Diriliş Günü
için de manastırlarına dönüyorlardı.
O sene yanlarına Aziz Savvas’ı da aldılar. Üçü beraber
büyük bir hevesle çöle doğru yola koyuldular. Münzevi çalışmalarının yapılacağı
yer de Ölü Deniz’e yakın çok kuru ve aşırı sıcak bir yerde bulunuyordu.
Bu üç Aziz, oruç ve ibadet günlerini bir Cehennem
zorluğunda geçiriyorlardı. Güneş, onların bedenlerini yakıyor ve dudaklarını
kurutuyordu. Yol, son derece zorluklu ve susuzluk da çekilmez bir düşmandı. Kavurucu
güneşin altında ilerlerken, bir an, Savvas yere baygın bir durumda düşüverdi.
O vakit, şahane çöl atleti olan Efthimios, bir yanına
gitti ve gözündeki göz yaşlarıyla Allah’a yalvardı:
– Allah’ım, bu kadar genç olan Sen’in kuluna acı.
Susuzluktan ölmemesi için bize su ver ya Rabbi…
Ve bunları iman ve huşu ile Allah’a karşı dediğinde,
yere bir şeyle vurarak eşeledi. Hiçbir zaman Allah’a karşı gelmeyen o yer,
içinden dışarıya doğru serin, bol ve hoş bir su fışkırttı. Bu sudan Aziz Savvas
içti ve hemen iyileşti. İlâhi bir güç aldı.
Devamında da, Büyük Efthimios’u her şeyde takip etmede
çok yoruldu. Efthimios’un ölçülerine göre fazilet için sert mücadeleler
gerektiryordu.
Ancak, kısa süre sonra, büyük hocası olan Efthimios
vefat etti. Ruhu, Gökyüzündeki Baba Tanrı’ya doğru yükseldi. Efthimios’un
ölümünden sonra, Savvas çölün derinliklerine, Şeria Nehri’ne doğru ilerledi. O
zamanlarda, oralarda, Büyük Gerasimos da münzevice yaşıyordu. O vakit Savvas
otuz beş yaşlarındaydı.
Bu yaştaki Savvas’a, şeytan korkunç bir savaş açmıştı.
Onu sakin ve rahat bırakmıyordu. Tek bir an bile. Onu gizli ve aşikâr bir
biçimde korkutuyordu. Onun büyük fazileti, kendisini rahatsız ediyordu. Onu
çölden kovmak istiyordu.
Bir gece, uzunca bir ibadet ve çok yorucu bir oruçtan
sonra, Savvas dinlenmesi ve biraz da uyuması için uzanıverdi. Ancak, gözlerini
kapamadan evvel, etrafında yılanlar, akrepler ve daha bir sürü sürüngenler
gördü. Onlar Savvas’a, dehşetli korku dolu parlak gözlerle bakıyorlardı. Savvas
korkmuş bir durumda doğruldu. Ancak, sonra da, şeytanın kurnazca desiselerini
düşündü ve cesaretle ibadet etmeye başladı.
O vakit o zehirli yılanlarla diğer sürüngenler ortadan
kayboldular…
Birkaç gün sonra şeytan onu yine korkutuyordu. Aziz
Savvas’a, açık ağızlı ve korkunç tırnaklı bir aslan gibi görünür. Aziz Savvas
şeytanın bu tuzaklarını bilir ve dua silâhıyla yine şeytanı mat eder.
Savvas, çölde dört tam yıl yaşadıktan sonra, yüksek
bir dağa çıkmaya karar kıldı.
Orada, gecelerden bir gece, Aziz Savvas oturuyor ve
gökyüzündeki o şahane yıldızları hayretle seyrederken, ona, çok yakışıklı ve
parlak elbiseler giymiş bir kadın görünür ve bir sel yatağını göstererek der:
– Savvas, orada, sel yatağının doğusunda bulunan
mağaraya git yerleş. Ben sana yardım yollayacağım.
Savvas, o anda güzel bir huzur içerisinde gark oldu.
Hiç itiraz etmeden ve de sanki onu bir el de götürüyormuş gibi, mağaraya doğru
yol aldı. O vakit Savvas kırk yaşındaydı.
O mağara zor bir yerde ve su da o mağaradan oldukça
uzakta bir yerde bulunuyordu. Biraz yeşillikten başka yenecek bir şey de orada
yoktu.
Fakat, Allah’ın istediği yere gidip oturması
gerekiyordu. Allah da onu korumasız bırakmadı. Bazı İsmailî’leri aydınlattı ve
onları evine götürdü. Onlar da kendisine ekmek ve başka yiyecekler
getiriyorlardı.
Aziz Savvas tam beş yıl bu mağarada kaldı. Onun sert
inziva çalışmaları, orucu, ibadeti ve imanı doruğa yükseldi. O vakit şeytanın
igvaları da durdu.
Bu arada, Savvas’ı birçok keşiş ve münzeviler ziyaret
etmeye başladılar. Onun büyük münzevi mücadelesine herkes hayran kalıyrdu. O
vakit Savvas, dağın kuzey taraflarına bir kule ile kilise yaptı. Orada, gelip
geçici olan din adamları ibadet ediyorlardı.
Emsalsiz kardeş
Kısa bir zamanda onun yanına gidip çoğalan keşişlere
karşı davranışı emsalsizdi. Keşiş kardeşlerine karşı göstermiş olduğu sevgi ve
özen son derece mükemmeldi. Herkesi tuzaklardan koruyordu. Onların imanlarını
artırıyordu. Onlara ilk zorluklarında cesaret veriyordu. Her yerde onların
yanında yer alıyordu.
Savvas, gecelerin birinde, duasında, keşişlerin suyu
için Allah’ın ihtimam göstermesini istedi. Suyu çok uzaktan alıyorlardı ve
zahmetleri de çok büyüktü. Aziz orada ibadet ederken, yanı başındaki sel
yatağında bir tıkırtı sesi duyuldu. Oraya baktı, bir de ne görsün, bir vahşi
hayvan ayaklarıyla orasını kazıyordu. O vahşi hayvan, küçük bir yalak açtıktan
sonra, su buldu ve ondan su içmeye başladı. O vakit muhterem Savvas anladı ki,
duası artık kabul edilmişti. Küçük bir kazmacıkla oraya gitti ve orasını
kazmaya başladı. O vahşi hayvan oradan uzaklaşırken, yer yarıldı ve su, sanki
kesilmiş bir damardan gibi, basınçla, tatlı ve bol bir şekilde akmağa başladı.
Manastırın yanında artık Allah’ın bir nimeti vardı. Bütün keşişler de Allah’a
şükrettiler.
Papaz olarak atanıyor
Zamanın geçmesiyle, Savvas’ın manastırı çok meşhur
oldu. Halktan çok kişi gidip orasını maddeten destekliyordu. Birçok kişi de
para bile veriyorlardı. Aziz bunların tümünü, yeni hücreler yapmak ve diğer
bakım masrafları için kullanıyordu.
Fakat, her yerde olduğu gibi, orada da, kötü insanlar
yok değildi. Bazı kötü ahlâklı öğrencileri, aşırı kıskançlıktan dolayı, ona
zarar yapma fırsatı arıyorlardı. Ve onu suçlamak için herhangi başka bir şey
bulamadıkları için, Kudüs’teki Patriğe gidip ona iftira attılar. Bu kadar çok
keşişi idare temeğe lâyık olmadığını ve Patrikten başka bir Başkeşiş atamasını
istediler. Dahası da, Savvas’ın kaba biri olduğunu ve daha papaz olmadığını
söylediler.
Patrik Salustios, Azizin fazileti hakkında çok şeyler
biliyordu. Onların sözlerine inanmadı ve onları sakinleştirmek için dedi:
– Savvas buraya gelene kadar burada kalınız. Bu
meseleyi o zaman inceleyeceğim.
Onlar orada, Patriğin başka bir Başkeşiş atayacağı
ümidiyle beklediler.
Bir davet sonucu Aziz Savvas Kudüs’e geldiği vakit,
Patrik ona, iftiralar hakkında herhangi bir soru sormadı. Onu suçlayanların
gözleri önünde kendisini Papaz tayin etti. Sonra da onlara bakarak onlara dedi:
– İşte size bir Başkeşiş. Onu Allah tayin etti,
insanlar değil. Onu şimdi biz tayin ettik. Onun iyiliği için değil, sizin
iyiliğiniz için.
Bunlardan sonra Aziz, onu suçlayanlarla beraber
manastıra döndü. Orada daha fazla istek ve ihtimamla işine başladı.
Elli üç yaşında olduğu bir zamanda, papaz olarak
atandı. 491 yılında, İmparator
Anastasios zamanında papaz atandı.
Çölün derinliklerinde
Aziz Savvas, Büyük Efthimios örneğini takip ederek,
Paskalya öncesi orucu zamanında çöle gidiyordu. Bir defasında, çöle doğru
yaptığı yolculuğunda, öğrencisi Agapios’u da yanına almıştı. Agapios elinde bir
post ile kuru ekmek tutuyordu. Bunları da çölde geçinebilmesi için
bulunduruyordu. Şeria Nehri’ne doğru ilerliyorlardı ki, bir mağarada bir yaşlı
münzeviye rastladılar. O kişi orada, hiçbir insanla karşılaşmadan ve insan
görmeden, otuz sekiz sene yaşıyordu. Onun büyük mücadelesi ile fazileti Allah
tarafından, basiret yeteneğiyle mükâfatlandırılmıştı. Yaşlı münzevi, Savvas’ın
içeriye mağaraya girdiğini görünce, onu hayatında hiçbir zaman görmediği halde,
kendisine dedi:
– Savvas, nereden çekildin? Buraya kadar gelebilmen
için bu yeri sana kim gösterdi?
O vakit Savvas ona cevap verdi:
– Sana benim adımı gösteren Allah. Allah benim aklımı
aydınlattı ve buraya kadar seni aramak için geldim.
Sonra da oturup uzun zaman sohbet ettiler. Allah’ın
mucizeleri ve de samimi ibadetin sonuçları hakkında o kadar çok söylenecek
şeyleri vardı ki! Sonra da vedalaştılar ve ayrılıp gittiler. Kısa bir zaman
sonra, yaşlı rahibi yeniden görmek amacıyla mağaradan geçtikleri vakit onu ölü
buldular. Ancak o, dua pozisyonunda vefat etmiş bir durumdaydı. O kahraman çöl
atleti Allah ile iletişimde olduğu bir saatte ölmüştü. Gökyüzündeki Allah, ona
ebedî saadet ve huzuru bahşetti.
Aziz Savvas ve öğrencisi Agapios, yaşlı rahibi
gömdüler ve sonra da, yolda, münzevinin büyük imanı hakkında konuşmaya devam
ettiler. Böylece, Yeniden Diriliş gününde manastırlarına vardılar ve hep
beraber bayram ettiler.
Annesi de rahibe
Azizin babası öldüğü vakit, annesi de yapayalnız
kaldı. O vakit, bu dünyadakilerin ne kadar boş olduklarını düşündü. Sadece o
değil, o zaman oğlunun seçtiği yolu doğru buldu ve o da oğlunun yanına koştu.
Savvas annesinden, bu dünyanın yalanını ve boş şeylerini terk edip hayatını
Allah’a adamasını istedi. Annesi onu dikkatle dinledi ve o da rahibe oldu.
Ancak çok sene yaşamadı. Kısa bir zaman sonra Allah
onun canını aldı. Artık kurtulmuş ve huzur içerisinde, günün birinde bu dünyayı
terk etti. Aziz onu defnetti ve ruhu için duada bulundu.
Şeytanlar arasında
Azizin manastırından oldukça uzakta olan ve adına da
Lavra manastırı denilen manastırda Kastelli isminde bir zorlu dağ vardı. Bu dağ
korkunçtu. Gerçekten şeytanların yuvası idi. Oraya insan ayağı basamıyordu.
Şeytanlar orada bol gürültü çıkartırlar ve çölü de sarsıyorlardı.
Aziz ise, kimsenin gidemediği ve basmadığı yeri ihlâl
etmeye karar verdi. Kutsal Mekânlardan yağ aldı ve geçtiği o yerlere hem
serpiyor hem de dua ediyordu.
Başında, şeytanlar ona müthiş bir saldırıda
bulundular. Kuvvetle üfürüyor ve Kastelli Dağı’nı sarsıyorlardı. Acayip
biçimler ve vahşi hayvanlara dönüşüyorlardı. Ancak, Savvas’ın duaları, orucu ve
sakin duruşu onları büktü. Madem ki, Azizi oradan kovmak için hiçbir şey
yapamıyorlardı, başarısızlıklarını kabullenmeye karar verdiler. Üzüntülü bir
biçimde, insan sesiyle bağırıyorlardı:
– Savvas, sana içinde yaşadığın mağara, taş, sel
yatağı ve daha şu kadar çöl yetmiyor mu? Niye buraya gelip bizi evimizden çıkarıyorsun?
Görüyoruz ki senin destekçin Allah’tır. Onun için de buradan ayrılıp gidiyoruz…
Bu sözlerden sonra ağlamalar duyuldu. Karışık sesler,
vuruşlar ve çeşitli gürültüler. İnsan diyecek ki, sanki Kastelli’yi bir korkunç
savaş sarsıyor.
O gece olan bu büyük patırtıyı, etraftaki yerlerde
olan çobanlar da duydular. Gündüzü de oraya gidip ne olduğunu anlamak
istediler. Aziz, onları şöyle sarsılmış bir durumda gördüğü vakit, onları
sakinleştirdi ve kötü ruhlara karşı ilâhiler okudu.
Aziz orada, Allah’ın isteğiyle bir manastır yaptı.
Oraya gelen münzeviler de pek az değillerdi.
Sosyal ve hayırsever iş-icraat
Kudüs Patriği İlias zamanında, ki o, Salustios’tan
sonra patrik olmuştu, Savvas büyük bir sosyal ve hayırsever faaliyet gösterdi.
İbadetle oruç ona yetmiyordu. Mutsuz olanlara daha çok yardımda bulunmak
istiyordu. Acıyı hafifletmek istiyordu. Onun faaliyetiyle, Davut Kulesi’nde ve
Eriha’da sadece manastırlar değil, bazı su kemerleri de yapılmıştı. Daha da,
ekmek fırınları ve hastaneler de yapmıştı. Hasta ve fakirleri korumak için ve
onları organize etmek amacıyla büyük mücadele verdi.
Fakir ve ıstırap çekenler, Azizin onlara karşı
gösterdiği sevgi için, gözlerindeki yaşlarıyla ona minnet duyuyorlardı.
Fakat bu da uzun sürmedi. Yine kötü ruhlu insanlar,
hiç olmayan iftiralarla onu suçlamaya başladılar.
Aslanın mağarasında
Aziz, iftiracılardan kaçınma amacıyla, ama bilhassa
da, İsa Mesih’in öğrettiği sabrı göstermesi için, her şeyi terk etti ve çölün
derinliklerine doğru ilerledi. Skithupolis taraflarına, Gadara Nehri
yakınlarına gitti. Orada temiz ve geniş bir mağara buldu. O yerin
sessizliğinden dolayı, mesrur bir durumda, uzandı ve uyudu.
Ancak, ansızın, onu bir şeyin çektiğini hissetti.
Gözlerini açtı ve şaşakaldı. Onu, elbiselerinden bir aslan çekiyordu. Orada
aslanın yuvası olduğu için, onu dışarı çıkarmaya uğraşıyordu. Aziz o vakit,
Orthros duasını okumaya başladı. Canavar onu kısa bir süre için bıraktı. Fakat,
dua biter bitmez, onu elbisesinden ısırdı ve yine çekmeye başladı. O vakit Aziz, canavara dedi:
–
Niçin, canavar beni dışarı çıkarmak istiyorsun? Mağara büyüktür ve ikimizi de
alıyor. Eğer sen yalnız kalmayı istersen, o vakit kendine başka bir mağara bul.
Unutma ki ben Allah’ın yaratığıyım ve tıpkı O’nun gibiyim…
O
vakit aslan, sakin bir şekilde oradan ayrıldı. Ve Aziz Savvas’ı da hiç rahatsız
etmedi.
Eşkıyalar
hayran kalıyorlar
Fakat,
Aziz Savvas’ın büyük fazileti ve parlaklığı hiçbir yerde saklanmıyor. Oldukça
çok keşiş onun yeni kaldığı yeri ve mücadele verdiği mekânı öğrenirler ve sonra
da onun yanına koşarlar. İlk defa ve en iyisi olan Vasilios adında çok zengin
bir genç onu ziyaret etti. O, alçakgönüllülükle, mukayese kabul etmeyen Aziz
Savvas’ın emri altına girer.
Bir
gece, o çölün sessizliğinde eşkıyalar onları sardılar. Onlarda para olduğunu
sanıyorlardı. Onları tutup ararlar, fakat hiçbir şey bulamazlar. Yaptıkları
plânlarından ümitsizliğe düşmüş bir durumda, ama bu mübarek hayatları için
hayranlık dolu oldukları bir vazıyette, onları bıraktılar ve gittiler. Yolda,
onları vahşi canavarlar ve korkunç aslanlar sarmışlar. Onlarla hiçbir şekilde
baş edemiyorlardı. Şaşırıp ölümlerini beklemeye başlarlar. Ansızın Savvas’ın
ismini zikrederler. Aziz Savvas’ın dualarıyla bize zarar vermeyin derler. O
vakit aslanlar onlara karşı saldırmaktan vazgeçerler.
Eşkıyalar,
minnet ve hayranlık dolu bir durumda, yollarına devam etmeyerek, geri döndüler
ve başlarına geleni Aziz Savvas’a anlatırlar.
Aziz
Savvas’ın şöhreti bütün o civara yayılır. Ancak Aziz Savvas, adı hakkındaki
övgünün büyüdüğünü görünce, yine kendisini tecrit etti. Orada toplanan
keşişlere Başkeşiş olarak, Tarasios adında birini bıraktı. Aziz Savvas ise
çölün başka bir tarafına doğru hareket etti.
Her
zaman sakin biri
Aziz
Savvas, çölde kaldığı uzun zamandan sonra, yine Lavra Manastırı’na döndü. Bu
arada, bazı kötü ruhlu rahiplerin kendisine karşı olan kinin bittiğine inanıyordu.
Ancak burada yanlış yapmıştı. Orada kıskançlığı ve iftirayı yine buldu.
Hiç
sızlanmadan, hiç şaşkınlık yapmadan, hiç şikâyet etmeden, ama, bazı keşişlerin
düştükleri o kötü halleri için çok üzüntüyle oradan kendisini tecrit etmek için
ayrılır. Yeni mücadeleleri için. Ayrılırken de der:
–
Sana vurduklarında, sana takıldıklarında, senin ruhunu alt üst tmek için birçok
düşman toplanıp seni günah çukuruna atmak istediklerinde, o vakit sen mücadele
et, savaş ve sevginin sana gösterdiği yolu tut…
Sakin bir insan olan Aziz Savvas, çölün
derinliklerinde bulunan Nikopolis şehri sınırlarına yakın bir yere gitti.
Orada, bir keçiboynuzu ağacı altında yerleşti ve günlerini çetin mücadelelerle
geçirmeye başladı. İbadet onun kalbini ısıtıyor ve yüreğini uçuruyordu.
Keçiboynuzu yemişi de onun açlığını kesiyor ve Allah’ın gücüyle onu hayatta
tutuyordu.
Günün
birinde, o yeri, zengin bir kişi ziyaret etti. Çünkü orada onun tarlaları
vardı. Aziz Savvas ile orada karşılaştı ve onun gücü ile dayanmasına hayran
kaldı. Onun faziletine ve imanına hayran kalmıştı. Çok zaman geçmeden o
kahraman münzevi için bir hücre yaptırdı ve bütün gerekenler için de ihtimam
gösterdi.
Aziz
Savvas her nereye gidecek olursa, o hep parlıyordu. Fazilet ile aydınlık
saklanamaz. Onlar, karanlıkta yaşayanlara aydınlık ve bilgi dağıtıyorlar…
Kıskançların
düştükleri durum
Aziz,
mücadele ve faziletle çölde yaşardı ki, iftiracılarının kalbinde kıskançlık
yuvalanmaya devam ediyordu. Böylece, bütün manastırlara, “Rahip Savvas,
canavarlar tarafından parçalandı” sözünü yaydılar. Hemen hemen herkes, artık
Aziz Savvas’ın yaşamadığına inanmıştı. O zaman, iftiracılar Kudüs’e de
gittiler. Orada Patriği ziyaret ettiler ve kendisine şunları dediler:
–
Muhterem Patrik, korkunç bir şey meydana geldi. Bizim Başkeşişimiz Savvas’ı,
Ölü Deniz yakınlarında bulunan bir mağarada, bir aslan yedi. Şimdi bir
Başkeşişe ihtiyacımız vardır.
Ancak
Patrik, tereddütle onlara dedi:
–
İnanmıyorum, böyle mübarek bir insanın aslanlar tarafından parçalanmasına
Allah’ın izin vereceğine ihtimal vermiyorum ve bunu imkânsız sanıyorum. Hepiniz
gidip onu bulunuz.
Onlar
ise, ya aradılar veya da aramadılar, hiçbir sonuç elde edemeden yine Patriğe
geri döndüler.
Ancak,
birkaç gün sonra, Kutsal Haç’ın Yükseltilişi arifesinde, Aziz Savvas Kudüs’e
gitti. Patrik onu orada gördüğünde sevince boğuldu. O vakit ona, manastırı
başsız bırakmamasını söyledi. Manastıra, keşişlerin yanına gidip orada herkesi
idare etmesini de kendisine söyledi.
Aziz
Savvas, kendisini, bu kadar uygun bir kişi olduğunu ve mantıklı koyunlara
çobanlık yapacak biri olarak saymadığını söyledi.
Ancak
Patrik ısrar ediyordu. Dahası da, keşişlere okuması için bir mektup da verdi. O
mektubun içeriği sevgi ve sertlik doluydu. Keşişlere, ruhani liderlerini sevgi
ve saygıyla karşılayıp kabul etmelerini yazıyordu. Her kim ki, teslimiyet ve
alçakgönüllülükle yaşamak istemeyip skandal yaratıyorsa, onları oradan,
manastırdan uzaklaştırmak gerektiğini söylüyordu.
Patriğin
mektubu, bu ve bunlara benzer şeyler içeriyordu.
Aziz,
Lavra’ya vardığında bu mektubu kendilerine okudu. Fakat, kötü kalpliler olaylar
çıkardılar. Kazma kürek alıp manastırın kulesini yıktılar. Sonra da, şeytanî
nefret dolu olan bu kişiler, taşları ve keresteleri sel yataklarına
atıyorlardı. Sonra da cüppelerini ve daha başka ne alabildilerse alıp gittiler.
Birçok manastırda kalmak istediler. Fakat, onları hiçbir manastır kabul etmedi.
Sonra da Thekoon denilen bir sel yatağına gittiler. Orada buldukları bazı eski
hücreleri tamir ettiler.
Aziz
Savvas, sükûnet ve sevgi dolu, beyaz kalpli ve temiz ruhlu biri olduğu için,
kötü Keşişler için de ilgisiz kalmıyor. Onların o yeni yerlerine yiyecek
götürür ve güzel bir ibadethanenin yapımı için ihtimam gösterir. Onların
hücreleri ve ekmek fırınları için de özen gösterir. Patrikten aldığı yetmiş
altın sikkenin tümünü bunlar için harcadı. Daha da, onların yönetimi için de
ilgilendi. Yunanistan’dan, İoannis adında, faziletli bir münzeviyi Başkeşiş
olarak onlara başkan tayin etti.
Kıyaslanamaz
bir öğretmen
Aziz
Savvas, münzevi hayatında sert bir öğretmendi. Her günah, Allah’ın kanunlarını
her ihlâlde de bir ceza uygulanması lâzım diyordu. Böyle bir ilke koymak
şarttır. Günah yapayım ve sonra da: “Allah’ım, ben günah yaptım, beni affet”
diyerek kendimi kurtarmak istemek, yok öyle şey… Tövbe sadece söz istemiyor,
fiiliyat ister, kalbi ezme ister, daha da, gözyaşları, oruç ve ibadet ister!
Aziz
Savvas’ın öğrencileri bir hata işledikleri vakit, Aziz onları zor bir teste
tabi tutuyordu. Onları uzun zaman için tecrit ediyordu. Öyle ki, belli bir
zamana kadar, hiç kimseyi görebilme ve hiçkimseyle konuşabilme imkânlarından
yoksundular.
Tecrit,
münzevi çalışmaları ve ibadet, onların yüreklerini yumuşatıyordu. Onların
akıllarını aydınlatır ve ruhlarını arındırıyordu.
Bir
gece, Vithanya’dan, muhterem bir rahip olan Anthimos adında biri vefat
ettiğinde, Aziz Savvas, ilâhi bir teganni işitti. İlk başta, rahipler
tarafından söylenen bir ilâhi sandı. Fakat, ne olduğunu sonradan öğrendi. Bütün
rahipleri yanına çağırdı ve onlara, Antimos’un tenha yerdeki hücresine
gitmelerini istedi. Oradan bu ilâhi melodiler geliyordu. Mumlar yakarak
ilerlemeğe başladılar. Orada, Anthimos’u, derin bir ölüm uykusunda buldular.
Oradaki ilâhi sesi meleklerden geliyordu. Aziz Savvas, böyle bir ilâhi melodiyi
işitmeye lâyik bir kişiydi. Nasıl olsa, onun bütün hayatı imanla doluydu.
İman
mucize yaratıyor
Aziz
Savvas’ın hayatında zikredilen diğer mucizeleri arasında şunlar da vardır:
Şeria
Nehri civarından, Gerontios adında iyi bir Hıristiyan, İsa Mesih’in can verdiği
ve şehit olduğu, o Kutsal Yerleri ziyaret etme amacıyla Kudüs’e gitmişti.
Orada, at üzerinde, Zeytinlik Dağı’na yukarı tırmanırken, atı korktu ve
sahibini yere hızla fırlattı. Adamakıllı kemikleri hırpalandı. Hiçbir tedavi
yoktu. O zamanın tıbbı ellerini yukarı kaldırdı. Ancak, Allah’a olan imanın da
sınırı yoktur. Gerontios’un kardeşi Aziz Savvas’a koştu.
–
Aziz Rahibim, kardeşim tehlike geçiriyor, dedi kendisine. Onun için dua et.
Elinden ne gelirse onu yap. Allah büyüktür…
Aziz
Savvas bunları işitir işitmez, hemen o zavallının yanına koştu. Orada samimi
bir şekilde dua etti ve onun bedenini, Kutsal Haç yağıyla yağladı. Mucize
şahaneydi. Ölü hasta ve ağrılı uzuvları harekete geçtiler. Yaraları yok
oldular. Gerontios, sağlıklı bir şekilde ayağa kalktı. İman, bir daha zafer
kazanmıştı. Kalabalık, neşe içerisinde Allah’a şükrettiler. Çölün yorulmak
bilmeyen bu yaşlı münzevisine olan saygıyı da yüksek sesle söylüyorlardı.
Herkes
biliyordu ki, Aziz Savvas’ın temiz sesi, Gökyüzünden işitilmişti ve bu şahane
mucize de böylece meydana geldi.
Kızın
gözleri
Bir
zamanlar, Aziz Savvas, genç bir öğrencisiyle, Şeria Nehri civarlarında
yürüyordu. Yolda bazı sosyete insanlarına rastladılar. Onların yanında çok
yakışıklı bir kız da vardı.
Aziz
Savvas, genç öğrencisi, genç ve yakışıklı kızı iyice görüp görmediğini test
etmek için kendisine dedi:
–
Sanıyorum ki bu zavallı kız kördür.
–
Hayır, Peder, iki gözü de çok güzeldir.
–
Yanlış yaptığını sanıyorum, çünkü gözünün biri yok, dedi Aziz Savvas.
–
Peder, ben ona güzel baktım. İki gözü de sağlam ve parlaktır.
O
zaman, Aziz, öğretmen diliyle kendisine dedi:
–
Kutsal İncil’in yazdıklarını galiba hatırlamıyorsun. Onları sana şimdi
hatırlatıyorum:
–
“Kadının güzelliği sana galip gelmesin, ne de onun kirpiklerine esir düşesin”.
Bunların
tümünü unuttuğun için, hislerine hakim olmayı öğrenene kadar, benim hücreme
girmeyeceksin.
Emsalsiz
münzevi hayat öğretmeni sadece bunları yapmakla kalmadı, onu münzevi
çalışmaları için Kastteli’ye gönderdi. Daha sonraları onu sevinçle yanına kabul
etmedi. Oysa o artık hislerini kontrol altına almış ve imanla fazilette çok
ileri gitmişti.
Böyle
fiiliyat ve sözlerle, Aziz Savvas, zor, dar ve yokuş yukarı olan bu mübarek
hayatın yolunda, genç öğrencilerini gerçek erdemli yola böyle götürüyordu.
Ortodoksluk
için mücadeleler
Anastasios’un
imparatorluğu esnasında, (491-518), Bizans’ta karışıklık hüküm sürüyordu.
Kilisede büyük karışıklık meydana gelmişti. Bazı yüksek rütbeli din adamları,
Dioskuros ile Seviros’un monofizist mezhebinden etkilenip sürüklenmişlerdi.
Bunlarla beraber, İmparator Anastasios da etkilenip sürüklenmişti. O, Başrahip
makamına tarikatçıları getirip, Ortodoksları koltuktan indirip sürgüne
gönderiyordu. Bunlar arasında, Filistin Başpiskoposu İlias’ı da koltuğundan
indirip sürgün etmişti.
İlias,
İmparator Anastasios’a şikâyette bulunmak için, meydana gelen skandallar için,
bir din adamları heyeti gönderdi. Diğer bazı yaşlı rahipler arasında, Aziz
Savvas’ı da gönderdi. Onlara, İmparator Anastasios’a verilmek üzere bir mektup
da verdi. Bu mektubun içerisinde, diğerleri arasında şunları da yazıyordu:
–
“Çölün kent kurucularını ve bilhassa da Büyük Savvas’ı, sana temsilci ve
arabulucu olarak gönderiyorum. Bunlar münzevilerin başını teşkil ediyorlar.
Onların ilâhi terinden imana gelip kiliseler arasındaki savaşa son veresin…
Bu
heyet İstanbul’a ulaştığında, saraya girmek için herkese izin verildi, sadece
Aziz Savvas müstesna. Çünkü onun güzel elbiseleri-üniforması yoktu.
İmparator,
yabancıları kabul edip şikâyetlerini dinlediği yere geldiğinde, Keşişler hemen
Patriğin mektubunu kendisine verdiler.
Onu
okurken, Savvas hakkında da yazdığını gördü. Bu münzevinin kim olduğunu sordu.
Sarayın dışında bulunduğunu öğrenince, kapıların açılıp içeriye girmesine izin
verilmesi emrini verdi.
Kabul
odasının kapıları açıldığında, İmparator şaşırdı. Yüzünün parladığını ve önünde
de bir meleğin yürüyüp yol açtığını gördü. Allah, o anda kahraman münzeviyi
yüceltti. Fakat, aynı zamanda da, İmparatorun gözlerini de açıyordu…
Sonra
da herhangi bir tartışma olmazdan evvel, İmparator, keşişlere, kim ne bahşiş
almak isterse alsın dedi. Herkes bir şeyler istedi. Sadece bahtiyar Savvas
hariç. Aziz Savvas, bahşiş yerine, kiliseye barış vermesini ve makamından
uzaklaştırmış olduğu Patrik İlias’ı, Kudüs Koltuğuna getirmesini istedi.
İmparatorun
hiddeti ve dik kafalılığı yavaş yavaş yumuşuyordu. Aziz ve muhterem Savvas’ın
sözleri onu dize getiriyorlar. O vakit Aziz Savvas yetmiş üç yaşındaydı. Patrik
İlias’ı yeniden makamına geri getirmesine karar verdi.
Azizin
kuvvetli şahsiyeti, aydınlık dolu bakışı, art niyetsiz düşüncesi ve sözü
İmparatoru kazandılar. Ak sakalı ve kırışmış yüzü, vahşiliğin parlaklığına
refakat eden taçlar ve kralın sahte gülüşlerinden daha kuvvetlidirler.
Deniliyor
ki Aziz Savvas, hemen İstanbul’dan ayrılmadı. Orada bütün kışı geçirdi. Orada
bir sürü öğrenci edindi. Bunların arasında, Kral Ualentios’un kız torunu olan
İuliani ve Kral Pompiios’un oğlunun karısı Anastasia da vardı.
Haksız
vergiler ve açlık zamanlarında
İmparator
Anastasios zamanında, Kudüs çevresinde büyük kıtlık baş göstermişti. Açlık,
kısa zamanda, Bizans’ın diğer yörelerine de yayıldı. Sonra birçok ölümler de
meydana geldi.
Bu
büyük belânın üzerine, İmparator, halkını bu fakirlikten nasıl kurtaracağına
bakacağı yerde, o, vergilerini ısrarla toplama çabasında bulunuyordu. Ve sadece
bunu değil, ödemeyi yetişemeden ölenlerin vergilerini de, yaşayanlardan
toplamak istiyordu!!
Aziz
Savvas, bu merhametsiz ve insanlık dışı kanunu öğrenince, hemen yine cesaretle
Kralın yanına koştu. Bu yaptığının vahşilik ve mantık dışı olduğunu söyledi.
Fakat, onun savaşı o zaman kazanılmadı. Onun mücadelesi, daha sonraları, Bizans
İmparatorluğu’na, İmparator I. Jüstin (518-527) ile I. Jüstinyen (527-565) zamanında
kazanıldı.
Ve
yeni mücadeleler
Aziz
Savvas’ın mücadeleleri durmuyor. Çünkü imanın düşmanları pusuda bekliyorlar.
Tarikatçılar, yine İsa Mesih’in kilisesine karşı savaş açmış durumdalar.
Monofizistler, Hıristiyanlık dünyasında karışıklık çıkarıyorlardı. İmparatorun
kalbine, Antakya Patriği ve Filistin Patriği aleyhine, nefret ekmeğe kabil
olurlar. Böylece, İmparator, Antakya Patriği Flavianos’u sürgün eder. Koltuğuna
da tarikatçı Seviros’u (513-518) oturtur.
Seviros,
egoist faaliyetlerine hemen başlar. İmparatorluğun yardımı ve desteğiyle
silâhlanmış olan Seviros, emirler çıkarıp, tarikatçı görüşlerini benimsemeyen
bütün din adamlarını tehdit eder.
Kendi
din adamlarıyla, Kudüs Patriği İlias’a sinod mektupları yollar.
–
Eğer beni takip etmezsen, seni o patrik makamından kovacağım diye yazıyor
kendisine.
Tüm
bunları Aziz Savvas da öğrenir. İmparatorun düştüğü bu durumdan son derece
üzüntü dolu olan Savvas, din için verilecek olan mücadelede adamakıllı cesaret
dolu ve hazırdı. Keşişleri toplar ve Kudüs’e iner. Orada, İmparatorun
temsilcileri ile Seviros’un gönderdiği insanların aleyhine konuşur.
Tarikatçılarla hiçbir tartışma kabul etmez. Hepsini kovar ve gür sesle bağırır:
– Bu
dünyanın tüm güçlü insanları, dinimizi sarsmak için boşuna çaba gösteriyorlar.
İmparator,
bu rahiplerin verdiği savaş ve tepkiyi öğrenir ve öfkeyle dolar. Hemen, tüm
Filistin’i yönetecek, acil bir yönetici tayin eder. Ona salâhiyet ve kuvvet
verir. Adına da duka der. Ve, aşağılama kabul etmeyeceğini kendisine söyler…
Benim emrim, Patriğin monofizist olması için ikna edilmesidir! Eğer kabul
etmezse, onu patrik makamından, güç kullanarak dışarı atasın.
Yeni
dük Kudüs’e gider. Orada, bir fırtına gibi tehditleri savurur. Fakat, İsa
Mesih’in kilisesinin temelleri sağlamdır. Ve böyle sosyetik davranışlardan
korkmaz. Filistin Patriği İlias dize gelmiyor. O zaman, dük onu tutuklar ve
hapishaneye atar. Fakat o, gerçek dinin şanı yücelsin diye, bütün kurnazlığını
kullanır. Düke, güya monofizist olmayı kabul ettiğini söyler. Ancak bu durumu,
Hıristiyanlara bir panayır zamanında söyleyeceğini söyler.
Bir
gün, Filistin Hıristiyanları toplandılar ve dinî liderlerini dinlemeyi
bekliyorlardı. Patrik makamına çıktı ve ortada tam bir sükûnet hakim iken, net
bir sesle şunları söyledi:
–
Tarikatlara inananlara lânet olsun. Evrensel Sinodların ve Azizlerin
dogmalarını uygulamayan lânetlenmiştir.
Halk
ve rahipler, dinin mücahidi olan Aziz Savvas ile, hep bir ağızdan:
–
Lânet olsun!
O
sırada, Patriğin monofizist olmasını bekleyen dük, utanmış ve korkmuş bir
durumda oradan kaçtı. Makamından istifa etti ve huzur bulmak için oraya yakın
bir şehre gitti.
Aynı
gün, Kudüs’te, İmparatorun yeğeni İpatios da orada bulunuyordu. İpatios,
oradaki din adamları ve halkın, tarikatçı ve İmparatora karşı göstermiş
oldukları tepkiden dolayı çok sevindi.
Sonra
da muhterem Aziz Savvas ile karşılaştı. Manastırların organize edilmeleri için
oldukça yüklü bir para verdi kendisine.
Aziz
Savvas, İmparator Anastasios’a çok ağır içerikli bir mektup gönderdi. Bu mektubunda,
diğerleri arasında, dini hırpalama oyununa son vermesini istiyordu. Çünkü bu,
çarpıtılma ve tahrifti. Daha da, Ortodoksluk için bütün din adamları ve
Hıristiyanların savaşacaklarını söylüyordu. Ne zahmet, ne tehlike, ne kurban
verme ve ne de ölüm onları durdurabilecekti…
Sürgünde
ziyaret
Tüm
bunlara rağmen, İmparator, Patrik İlias’ı sürgüne gönderdi. Aziz o vakit,
seksen yaşlarına rağmen, yanına Stefanos ve Efthalios keşiş kardeşlerini
alarak, sürgünde olan Patriği ziyarete gitti. O karşılaşma çok
duygulandırıcıydı. Ortodoksluğun bu iki mücahidi, sevinçlerinden göz yaşlarını
döktüler.
Orada,
sürgün edilmiş olan Patriğin yanında, Aziz Savvas bayağı gün kaldı. Patrik,
rahiplere, İmparator Anastasios’un öldüğünü söyledi. O zaman herkes anladı ki, bu
olayı o din adamı biliyordu. Çünkü onda basiret yeteneği vardı. Daha da, on gün
sonra kendisinin de bu dünyadan ayrılacağını söyledi.
Ve
gerçekten de böyle oldu. Kısa bir zaman sonra, İmparatorun öldüğünü öğrendiler.
Patrik ise ruhunu Allah’a teslim etti.
Hasta
olanlara doktor
Onun
mübarek hayatı, ki o da imanın, tatlı karakterin, orucun, ibadetin ve iyiliğin
bir sonucu olarak Allah’tan mükâfatlandırılmıştı. Allah, hastaları tedavi
etmesi için ve daha başka birçok mucizeler yapması için ona güç vermişti.
Bir
gün, Aziz Savvas, yolda bir kadınla karşılaştı. O hanımın kronik kanaması ve
müthiş ağrısı vardı. O bayan Aziz Savvas’ı görür görmez, hemen bağırmağa
başladı:
–
Allah’ın kulu, bana acı!
Aziz
Savvas ona sevgiyle yaklaştı. Onu elinden tuttu ve kadın iyileşti.
Artık
onun adı her yerde biliniyordu. Tedavi olmaları için, herkes onun yanına
koşuyordu. Herkes de ondan memnun ve sevinçli olarak ayrılıyordu. Bu mübarek
zat için kimse hayranlığını saklamıyordu. Onun adamakıllı oruç tuttuğunu
biliyorlardı. Fakat, yine de, yüzünde sağlık ve sevinç vardı.
Bir
gün, fakir ve acılar içerisinde olan bir aile, kendisine, şeytan tarafından
eziyet edilen bir kız çocuğu getirdiler. Onu şeytan çarpmıştı. Aziz Savvas,
ibadetin gücüyle bu kız çocuğunu tedavi etti ve ebeveynine de sevinç vermiş
oldu.
Aziz
Savvas’ın birçok mucizelerinde, kıtlık ve açlık zamanında meydana gelmiş
olanlar da var.
Kudüs
Patriği, III. İoannis (516-524) olduğu zamanda büyük kuraklık olmuştu.
Kudüs’teki susuzluk çekilmez olmuştu. O vakit Aziz Savvas samimi bir ibadete
başladı. Susamış olan halka ve toprağa, topraktaki bitkilerin yeşermesi için,
Allah’ın yağmur yağmasını istiyordu.
Üçüncü
gün, gökyüzünü siyah ve sık bulutlar kapladı. Sonra da, gök gürledi, şimşek
çaktı ve göklerin muslukları açıldılar. Bütün Filistin su doldu taştı. Vadiler,
nehirler ve su sarnıçları doldu taştı.
O vakit halk, Allah’a şükretti. Aziz Savvas’a da, dua
edip bu mucizeyi Allah bahşettiği için teşekkür etti.
Güçlülerde
Aziz Savvas, Ortodoksluğu desteklemek için, hiçbir
zaman, sıkıntı ve fedakârlığı hiç düşünmedi. Gerektiği zaman, kral ve
imparatorlara bile gidebiliyordu. Kontrol etmeyi biliyordu, ama, övmeyi de.
İmparator Jüstin’i, Hıristiyan Ortodoks inancına
sağladığı destek için çok övmüştü. Daha sonraları, manastırların ve de
kilisenin, tarikatçılardan korunması için, aziz Savvas, İmparator Jüstinyen’e
kadar gitmişti.
Bütün hayatı boyunca, bir Rahip, bir münzevi ve bir
din destekçisi olarak, çok sert mücadele verdi. Hayatının sonlarında, yedi
manastırı idare ediyordu.
Gökyüzüne doğru gidiyor
533 yılının kış mevsiminde, Aziz Savvas kısa bir süre
için hasta düşer. O artık doksan dört yaşlarındadır. Çok zaman geçmez ve Allah
onu yanına alacağı haberini kendisine iletir. O zaman Aziz Savvas, Patrik
Petros’un ısrarıyla, sağlığının düzelebilmesi için gittiği Kudüs’ü terk eder ve
manastıra döner.
Orada, memnun bir durumda, Allah’a ruhunu teslim eder.
Onun cenazesine birçok insan katıldı. Birçok din adamları, rahipler ve sıradan
vatandaşlar katıldılar. Patrik de başka başrahiplerle cenazeye gitti. Onu İera
Moni Lavras’ta defnettiler.
Naaşı
Bizans
İmparatorluğu yükselme devrinde bulunduğu sürece, onun mübarek naaşı hep
Lavra’da bulunuyordu. Daha sonraları, naaşını İstanbul’da görüyoruz. 13.
asırdaki Lâtin Haçlıları zamanında naaşı Venedik’e nakledildi. Vatikan, haçlı
seferlerini Kutsal Toprakları (Kudüs) kurtarma bahanesiyle düzenlemişti. Fakat,
aslında, Ortodoks olan Anadolu’yu boyunduruk altına almak için
gerçekleştirmişti. O zaman onlar, yakıp yıktılar ve kutsal değere sahip olan
şeylerle naaşları da aldılar. Çalıntılar arasında, Aziz Savvas’ın naaşı da
vardı.
Son olarak, 1965’te, Papa Kilisesinden, Kudüs Patriği
Venediktos’a teslim edildi.
25 Ekim 1965 tarihinde, Aziz Savvas’ın naaşını
nakleden uçak, Atina Havaalanı’ndan geçti. Saat gece ondu. Uçaktaki naaşı,
kilise yetkilileriyle din adamları gidip ona tapındılar. İlk gidenler arasında,
o zamanın Atina Başpiskopos’u olan II. Hrisostomos’tu.
Ertesi günü, uçak Kudüs’e havalandı. Orada, naaşı,
halk ve din adamları, saygı ve törenle karşıladılar. Orada, tapınmak için
naaşı, Panagios Tafos Kilisesi’ne koydular. Birkaç gün sonra da, naaşı, bin şu
kadar yıl önce bulunduğu Manastıra koydular.
İtibar ve kiliseler
Hıristiyanlık âlemi, Aziz Savvas’a hürmet gösterir ve
onunla, parlak şahsiyeti ve mübarek hayatı ile gurur duyar.
Onun ölümüyle, şu kadar günlük şöhretlerin adının
kaybolması gibi, onun adı kaybolmuyor. Fakat o, ışık oluyor ve Hıristiyanlara
ışık saçıyor.
Yapmış olduğu manastır, Beytüllahim’in doğusunda on
kilometre kadar mesafede olup, onun adını hemen aldı ve şu anda, adıyla daha da
parlamaktadır.
Kedri sel yatağının batı yakasında, vahşi bir çölün
içinde bulunuyor. Bu münzeviler manastırı, 502 yılında, Aziz Savvas tarafından
fakirane bir şekilde inşa edilmişti. Bir mağaranın içinde, bazı hücreler ve bir
kilise de yapmıştı. Onun adına Theoktistos Eklisia denildi.
Yirmi yedi yıl sonra İmparator Jüstinyen, onu daha
genişletti ve krallara has tahkim etti. Bu manastır, birçok defa, Hıristiyan
olmayanların akınına uğradı. Fakat bu güne kadar kalmayı başardı.
Bugün için bu kutsal manastır, yüksek bir duvarla
çevrilidir. Her kim içeri girecek olursa, ön avluda bulunur ve doğu tarafında
Evangelismos Kilisesi vardır ki onu da Aziz Savvas’ın kendisi inşa etmişti.
Kilisenin içinde, altın ve gümüş lâhit içerisinde Aziz
Savvas’ın kutsal naaşı bulunmaktadır. Bu naaşı da, 1965 yılında İtalya’dan
getirmişlerdi.
Kilisenin karşısında ve batı tarafında, Aziz Savvas’ın
mezarı bulunmaktadır. Bunun arkasında ve kuzey taraflarında, Theoktistos
Eklisia vardır. Yani, Aziz Nikolaos’a hürmeten, Aziz Savvas tarafından
resmileştiren mağara.
Aziz Savvas’ın münzeviler manastırı zirvede olduğu
zamanlarda, içinde beş binden fazla keşiş barınıyordu. Etraftaki mağaralarda
münzevilik yapanlar hariç.
Ancak, tek şanı bu değildir. Çünkü, İera Moni Agiu
Savva İerosalimon’dan başka, kendi adıyla Milos adasında da bir manastır
kuruldu. Binlerce kilise, kır kilisesi inşa edildiler ve sayılamayacak kadar
Hıristiyan da gururla adını taşımaktadır.
Aziz Savvas, azizliğin örneği, hoşgörünün ve iyiliğin
sembolü oldu. Her şeyin üzerinde ise, Ortodoksluğun yorulmaz ve emsalsiz
mücahidi oldu.
Seviros’a lânet yağdırıyor. Çünkü o tarikatıyla
skandal yaratıyor. İmparatorla karşı karşıya gelir ve İsa Mesih’in dininin bayrağını
yukarı kaldırır. Yenilmez ve yorulmaz biri olarak, ta ileri yaşlara kadar
kilise için çalışmaya devam eder. Onun ölümü de başka hiçbir şey olmayıp, o
sadece bir küçük uykudur. O uyku ki onu Allah’ın kucağına gönderiyor.
ARHİMANDRİT HARALAMBOS VASİLOPULOS
İera Moni Petraki Başkeşişi
Anısı 5 Aralıkta kutlanmaktadır
Beşinci baskı
“ORTHODOKSOS TİPOS” YAYINLARI
http://apantaortodoxias.blogspot.com/